Türkçe English Deutsch
HABERLER
Dizi Müziklerine İmza Atan Kemal Sahir Gürel: Etkileyici Şarkı Diziyi İzletiyor
haberin devamı...
Gümüş At sinema ve müzik ödülleri sahiplerini buldu
haberin devamı...
Elveda Rumeli Dizi Müzikleri Kalan Müzik Tarafından Yayınlandı
haberin devamı...
Asi Ruh Belgeseli Kalan Müzik Tarafından Yayınlandı
haberin devamı...
Hüseyin Karabey: Hayatımın en önemli ödülünü aldım.
haberin devamı...
Hatırla ey okur: Adı Kemal Sahir Gürel...

Hatırla Sevgili ve Elveda Rumeli’ye yaptığı müzikler satış listelerini zorluyor ama çok az kimse o müziklerin arkasındaki ismi, yani Kemal Sahir Gürel’i tanıyor. Gürel müziğe bakışını pazar söyleşisinde Ayça Örer’e anlattı.

 

Bu sezon çok popüler olan Hatırla Sevgili, Elveda Rumeli gibi dizilere yaptığınız müzikler satış listelerinde uzun zaman en üst sıralarda yer aldı. Dizi müziği yapma serüveniniz nasıl başladı?

1985-1998 yılları arasında Grup Yorum’da yer aldım. Oradan ayrıldıktan sonra birçok albümde projede müzik düzenlemesi yaptım. 2003’e kadar böyle devam etti. O yıl Kazım’ın (Koyuncu) albümünü düzenleyip aynı zamanda onun konserlerine katılırken, ilk önce Gülbeyaz dizisi için yaptığı müziklerin düzenlemelerini yaptım. Fakat o Kazım’ın projesiydi, benim değildi. O süreçten gelen bilgilerle, Kazım Sultan Makamı’nı beraber yapmayı önerdi. Ama ona önerilen iki proje vardı, diğeri Kurşun Yarası’ydı. Kazım “Bu proje benim tarzımla çok örtüşmüyor, Ege tarzını yansıtıyor” diyerek bana önerdi. Böylelikle ben Hakan Yeşilyurt’la Kurşun Yarası için, Kazım’la da Sultan Makamı için çalışmaya başladım. O dönem Şevval Sam da müzik yaparken yanımızdaydı. Hem oyuncu hem müzisyen olduğu için ilk kez dizi müziği yaparken bize yardım ediyordu.

Dizi müziği yapmanın bir albüme düzenleme yapmaktan farkı nedir?

Bir sinema müziğinde ya da dizide gerekli olan şey senaryonun, anlatılan hikayenin ve görselliğin üzerine denk düşebilmek. O dokuyu yakalayabilecek bir müzik üretmek gerekiyor. Dolayısıyla bir şarkı yaparken sadece şarkının içindeki sözleri ifade eden bir müzik düzenlemesi değil, bir görüntüyü de anlatacak, onun dilinden kopuk olmayacak bir çalışma yapıyoruz. Bu müzikal alanın biraz daha farklı bir boyutu. Kendi alanınızı başka bir alanla paylaşıyorsunuz. Nasıl ki operada birçok sanat dalı iç içe geçmiştir, birçok sahne sanatı iç içedir, müzik de görüntüyle kendini var ediyor.

Şarkıların dizinin önüne de geçmemesi gerekiyor bu durumda bunu nasıl başarıyorsunuz?

Bir şeyleri yapıp bozarak deneyerek. Dizilerde hiçbir zaman görüntü görmezsiniz. Senaryo gelir, hikaye gelir, castlar tarif edilir, belki fotoğraf çekimleri gelir. Siz kafanızda onu canlandırıp sezginizi devreye sokarak bir şekilde tahmin edersiniz. Müzikal olarak yansımasını kafanızda geliştirirsiniz. Dolayısıyla dizilerde iş yapmak her zaman yorucudur, risklidir. Sinemada tersidir. Görüntü biter, biten filmin üzerine görüntüyü oluşturursunuz. Dizilerde en fazla iki bölüm senaryo geliyor ve siz tahmin etmeye çalışıyorsunuz. Biz daha sonra o alışkanlığı kazandık. Nasıl bir proje, dönem dizisiyle o döneme ait özellikler, coğrafya olarak farklı bir yerdeyse ona göre özellikleri düşünerek. Şarkıları öyle biçimlendiriyoruz. Dizi müziği yaparken en önemli nokta bir dizide yaptığınız müziği başka dizideki müzikten ayrıştırabilmek. Bu projenin özeline inmekle ilgili. Sizin bir müzik tarzınız olabilir ama orada kendi şarkılarınızı değil, dizinin istediğini vereceksiniz. Dolayısıyla bir müziğin rock tarzında ya da sanat müziğine yakın olması, etnik özellikler barındırması, döneme uygun olup olmadığı çok önemli ve siz onları aynı enstrümanları kullanmaktan kaçınarak yapmaya çalışıyorsunuz. Bir de şu sorun var, dizi başlamadan müziklerin yüzde 80’i bitse de dizi başlayınca bir iki bölüm sonra kaldırılabiliyor. O zaman bütün emek çöpe gidiyor.

Müzikal bir esneklik de gerekiyor değil mi?

Evet. Hatırla Sevgili’nin müzikleri geldiğinde Saadettin Kaynak arşivlerine indik. Söylenebilecek şarkıları oralardan seçtik. Kalan Müzik’in çok geniş bir arşivi var oradan yararlandık. Fikret Kızılok, Ruhi Su, daha sonraki dönemlerde Zülfü Livaneli’nin müzikal çalışmaları bizi etkiledi. Dünyadaki müzik akımlarını da izledik. 60’ların belli başlı müziklerini vermeye çalıştık. Bir kısım müzikleri orijinal kullandık ama bir kısmını yeniden besteledik. Mesela Zahit Bizi Tan Eyleme türküsü. Birlikte çalıştığımız Erdal Güney Hatırla Sevgili şarkısından yola çıkarak yeni bir şarkı besteledi. Sanıyorum o dönemin müzikal formunu kafasında biçimlendirmeye çalıştı. O şarkı çok öne geçti. Sonra Ağla Yaralı Kalbim şarkısı ön plana çıktı. Onu da konservatuardan yetenekli, tanınmamış bir arkadaş seslendirdi. Üçüncüsü de Denizler’in (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan) idamından sonra onların geleceğe aktarmak istediklerini, ideallerini tarif eden Geçmişten Geleceğe diye bir şarkıydı. Üçü öne geçti. Elveda Rumeli’de çok daha farklı çalıştık. Dizi başlamadan üç ay önce Makedonya’ya gittik. Makedonya’da Üsküp, Osli ve Manastır’da müzik derlemeleri yaptık. Orada hem coğrafyayı gördük, hem de müziklerini dinledik. Otantik kaynaklara ulaşmaya çalıştık. Bir sürü kasetçi gezdik, kasanın altında eskimiş, tozlanmış albümlerden bir sürü müzik topladık. Üsküp’te bir gün bit pazarına gittik. Orada bizim TRT ayarındaki devlet kurumu Yugoslavya dağıldıktan sonra terk edildiği için arşivi bit pazarına düşmüş. Eski kayıtlara, bilgilere, müziklere bit pazarında ulaştık. Bulduğumuz müzikleri hazır kullanmadık. Hem o coğrafyanın müziğini yansıtmak hem günümüz insanına uygun melodilerden yola çıkmak istedik. Bizim için ele aldığımız projenin özgün müziğini ortaya koyabilmek de önem taşıyor. Kurşun Yarası’nda da böyleydi. Orada daha çok Ege müziğinden çeşitlemeler vardı. Önümüzde birkaç tane daha proje var. Yine dizi projeler, hem dönem dizileri hem güncel diziler olacak.

Genellikle dönem dizilerine müzik yaptınız, diğer dizileri takip ediyor musunuz?

Bazen. Televizyonda birisi özgün bir tema yakalıyor, yirmi kişi aynı temadan mısır patlağı gibi yineliyor ama ilki kadar başarılı olmuyor. İnsanlar değişkenliği seviyor. Müzikte de böyle. Son dönemde müzik sektörün de farklı müzikler göremiyor. Dönem dizileri bu klasikleşmiş dizilerden farklı olduğu ve insanlara geçmişi hatırlattığı için popüler. Bir de bugün teknoloji ve yaşam kalitesi çok hızlı dönüştüğü, yaşam kalitesi düştüğü, ayrıntılar kaybolduğu için insanlar geçmişe dönmeyi istiyor. Hatırla Sevgili eksik ya da doğru ama yeni jenerasyon için tarih bilgisi oldu aslında. Çok eski dönemler anlatılıyor ama yakın dönemi anlatmak mümkün değil. Yakın döneme ilişkin dizi ya da film yoktur nedense. Yapacağımız olası dizilerden birisi şu anda hayatta olmayan bir yazarın 1950’lerde geçen bir hikayesinden yola çıkıyor. Henüz kesinleşmediği için detayları vermeyeyim.

Yıllardır müzik yapıyorsunuz, piyasada Kemal Sahir Gürel’i bilen biliyor ama o müziğin en çok paylaşıldığı kitle için tanınmıyorsunuz. Kendiniz değil müzikleriniz meşhur. Bu his nasıl bir his?

Hiçbir zaman sahnede önde, yüzü geniş kitlelerce bilinen bir insan olmak istemedim, kaçtım. Solist olmadığım için bu da mümkün değildi. Ürettiğim işe saygılı olabilmek, o işin etiğini korumak için. Bir üretim alanında popülerleşmeye başladığınızda o işin kendini kaybetmek demeyelim ama ister istemez insanı rehavete sürükleyen bir yanı oluyor. O duygular yaptığınız işe sadakatinizi önlüyor. O işin bir kutsallığı var, onun saf kalmasını istiyorsunuz. Dolayısıyla adımdan bahsedilmemesinden rahatsız değilim. Özellikle televizyon programlarına çıkmıyorum, röportaj vermiyorum. Bir işin şekli üzerine konuşmayı değil de, emektarı olmak çok daha esaslı geliyor bana. “Yaptığım işin karşılığını hay Allah göremedim” baskısı yaşamıyorum dolayısıyla.

Piyasa hırs üzerine beslenen bir piyasa. Zaten çok az insan yer bulabiliyor ve ayakta kalmak zor. Dolayısıyla bu tevekkül hali fazla değil mi?

İnsanların aldıkları ahlakî birikimleri, hayatlarında yaşadıkları açmazlar, geleceğe ilişkin düşünceleri çok değişken olabilir ama o işin rüzgarında savrulmak, kendimizi kaybetmek asla kabullenemeyeceğim bir şey. O işi iş edinip, hırsla yarışa girmekten öte, bu konuda başka arkadaşlara ön açıcı olmak daha önemli benim için. Zaten hayat hırsla yürümüyor. Hayata karşı hırs edinen insanların bir iki atımlık barutu oluyor. Yarışa gerek yok o yüzden. Ben ticari bir çalışmadan öte yaptığım işin bir okula dönüşmesini önemsiyorum. Bu yüzden ekibin içinde yer almayan, müzikle amatörce ilgilenen pek çok insanın üretimlerini dahil ediyoruz yaptığımız işlere. Çalışmalarımızın içinde böyle örnekler var, İstanbul’dan, İzmir’den, Makedonya’dan. Kolektif çalışma benim için çok önemli.

80’lerde müziğin çok değiştiği, arabeskin yükseldiği bir dönemde Grup Yorum’da yer aldınız. O günden sonra da müzik çizginiz popüler müziğe kaymadı. Bu tercih nasıl şekillendi?

Bu baştan edinilebilecek bir karar değil. Benim bildiğim tek bir şey vardı o da “Müziği ileride daha aktif bir şekilde yürütürsem, bu hayatı değiştirme mücadelesinin bir parçası olacaktır” diye edindiğim şiar. Bu nerede, ne zaman, kimlerle olacak, buna dair bir pratiğim, fikrim yoktu, hayat içinde gelişti. Dolayısıyla müzikal tarz da öyle ortaya çıktı. Ben geleneksel tarzla çok ilgili birisiydim. Halk müziği ekolü içinde yetiştim.

Asıl müzik aletiniz dilsiz kaval çok tanınmayan bir alet. Kavalı nasıl keşfettiniz?

1981 yılında, 15 yaşında Yavuz Top’un bağlama kursuna başladım. O dönemde müziği ilk kez bilimsel olarak, nota öğrenerek tanımaya başladım. Kursta belli bir noktaya geldim. O zaman hiç kaval yoktu. Orkestralarda da hiç bulunmazdı.

Küçümseniyordu biraz değil mi?

Dilli kaval vardı ama dilsiz kavalın olanakları yoktu. Bir gün kursa Sinan Çelik gelip gitmeye başladı. Gelince kaval çalıyordu. O sesi duyunca bambaşka bir hisle doldum, çok etkilendim. Sinan’ın da o sesi duyurması çok önemli tabii orada. Kaval çalmaya karar verdim. Gidip Sinan’la tanışıp görüştüm. Ücretli ders vermesine rağmen, ilgimi görünce ekonomik koşullarım olmadığı halde bana ders verdi. Ondan sonra 1985 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’na girdim, ana sazım o oldu. Okulda çok ders görmedim, derslerim hep boş geçti. konservatuarın beni çok geliştirdiği söylenemez. Birinci sınıfa girdiğimde müzikal birikimim neyse, sonunda da oydu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yetenekli birçok hoca ve öğrenci olmasına rağmen eğitimi yeterli görmüyorum orada.

Artık konservatuar da bir başarı simgesi olarak algılanmıyor galiba.

Evet. Bizim türk müziği konservatuarında birçok popçu orada okuyup, popçu olarak çıktılar. Onun nedenini bilmiyorum ama benim dönemimden çok insan var, Aşkın Nur Yengi, İzel-Çelik-Ercan, Tarkan.


AYÇA ÖRER


24.08.2008 / Taraf Gazetesi

Kemal Sahir Gürel
kemalsahir@hotmail.com